SAFRANŞEHRİ'NDEN YAZIYORUM

SAFRANBOLU MİTOLOJİSİNDE GEYİK KÜLTÜ

Müzekent Safranbolu Gazetesi’nin Aralık 2014- Mart 2015 sayısında yayımlanmıştır.

  geyik ev

Geyik boynuzlu bir Safranbolu evi

Türklüğün özünü oluşturan kültür büyük ölçüde Anadolu’da mevcuttur. Hatta Bahaeddin Ögel gibi biz de Anadolu’yu Türklüğün kaymak tabakası olarak tarif edebiliriz. Anadolu Türk mitolojisinin ufak bir yönünü ele alacağımız bu yazıda, Altaylardan Anadolu’ya kullanılagelen kültürel sembollerin izini Safranbolu yöresinde sürdüğümüzde çok şaşırtıcı sonuçlara ulaşacağız.

Safranbolu’da Türk mitolojisinin izini “Safranbolu’da Damgalar” yazımızda koçbaşı damgası özelinde işlemiştik. Bu yazıyı ise kültürel bir inanış metaforu olarak geyik ve boynuzunun anlamı ile efsanelerin menşei üzerine kuracağız. Çünkü geyik, eski Türk inanışına göre Gök Tanrı’ya insanların dileklerini ve kurban edilen hayvanın ruhunu Tanrı’nın kapısı kutup yıldızına götüren kutsal bir aracıdır. Her şeyden önce binlerce yıl öncesinde Asya halkları için dağ keçisi ve geyik gibi çizimler hayatta kalmayı ifade eden olmazsa olmaz bir semboldü. “Karlı Dağlardaki Sır” belgeselindeki tabir ile “…O zamanlarda dağ keçisi ve geyik olmasaydı insanoğlunun soyunu devam ettirmesi çok zor olurdu.” Biz de bu düşünceyi oluşturan saygı kavramını kaya resimleri, efsane vb biçimlerdeki geyik temsili ile değerlendireceğiz.

geyik

Türk hakimiyet coğrafyasında sıkça görebileceğimiz kaya resimlerinden geyikler…

Safranbolu evlerinin çatılarındaki geyik boynuzlarına kaynaklık eden Türk inanışının yanısıra, İslamlaşma ile beraber Bahaaddin Gazi Masalı, Safranbolu Göğeren Efsanesi, Küre-i Hadid Camii efsanesinde olduğu gibi “geyik kültü” bölgede yaygın şekilde anlatılmıştır. Bu üç efsanenin ortak özelliği ise geyiklerin gözlemlenip takip edildiğinde mistik biçimde yok oldukları gerçeğidir.

Örneğin Bahaddin Gazi masalında, kimsesiz bir çobanın günlerden bir gün Karabük köyüne köprü ve cami yaptırmaya karar vermesi ve gerekli malzemeyi Aladağ ve Dede yaylasından gizlice geyikler yardımıyla taşıması anlatılır. Köylüler çobanın tek başına bunu nasıl gerçekleştiğini merak ederek, ermişi gözetlemiş ve Bahaddin Gazinin sırrını açık etmişlerdi. Köylülerin kendisini gözetlediklerini anlayan ermiş çoban da sırrı aşikâr olduğundan karısına “eve dönmezsem kara danayı ardımca sal, o beni bulur” demiş ve köylüye “haneniz yirmiyi geçmesin diye” beddua ederek evini terk etmiştir. Çoban iki gün içinde geri dönemeyince karısı danayı salmış, dana önce mezarlıkta durmuş sonra Dede Yaylası’nda düşüp ölmüş, buraya da ermiş çobanın türbesi yapılmıştır.

Geyik sembolü üzerinde elbette duracağız. Ancak burada dikkati çekmek istediğim bir başka nokta daha var. Eski Türk inanış ve mitolojisine göre gökteki Büyükayı burcu yedi kurttan oluşuyordu. Bu yedi kurt, Kutup yıldızına demir zincirlerle bağlıdır ve önlerinden kaçan Küçükayı burcunun atlarını (Yakut Türklerine göre geyik) yemek için durmadan kovalar. Altay efsanelerine göre bir ara bu kurtlar, çocuğun atı ile tayını da alıp götürmek ister. Çocuk sıkışınca, akıllı ve kutsal buzağısı ona yol göstererek başarılı olmasını sağlar. Efsaneye göre Küçükayı burcu çocuğun dostu, muhtemelen boğa burcu da kahramanın buzağısıdır. Buradan anlaşılacağı üzere Altay efsanelerinde çocuğa yol gösteren “buzağı sembolü” binlerce yıl aradan sonra Karabük Bahaddin Gazi Masalı’nda yol gösterici kara dana şeklinde tekrar hayat bulmuştur.

geyik bilge kağan

Bilge Kağan’ın mezarında bulunan geyik heykelciği

Türklerde Tanrı’nın kapısı olarak bilinen Kutup Yıldızı ile geyiğin dini ilişkisine de dikkat etmek gerekir. Demirkazık olarak da bilinen Kutup Yıldızı, eski Türklerde mevsimlerin tespitinde izlendiği gibi, daire içindeki artı sembolü ile Tanrı damgasına da kaynaklık etmiştir. Kamlar (Şaman?) ayinlerinde göğün yedinci katı olarak bilinen Kutup Yıldızı’na göksel yolculuğa çıkmaktaydılar. Eski Türklerde Tanrı’ya adanan kurbanları Kutup Yıldızı’na taşıyan, kaya resimlerinde de sıkça gördüğümüz geyik sembolü, Türklerin Müslüman olmasıyla birlikte birçok hikâyede anlatılmaya devam etmiş ve dahi Safranbolu evlerinde kendisine yer bulmuştur. Anadolu’daki yaygın “Geyikli Baba (Dede)” türbeleri de buna işarettir.

Hatta İslami bir rivayete göre Hz. Muhammed’in torunu Muhammed Hanefi, bir geyiği kovalarken büyük bir mağarada açılan delikten büyük bir ovaya çıkmış ve orada Mine Hatun ile karşılaşmıştır. Bu rivayetin benzeri ise İslamiyet ile herhangi bir ilişkisi olmayan Altay Türkleri masallarında şu şekildedir: Altay kahramanları, ala bir geyiği kovalayarak, büyük bir dağın kenarına gelirler geyiğin peşinden, bakırdan veya demirden oluşan bu dağdaki mağaradan içeri girerler. Bu “yeraltı aleminde” geyik birdenbire kaybolur ve karşılarına türlü canavarlar, ya da iyilik yapan ihtiyarlar ile çok güzel kızlar çıkar.

Karabük’ün Eflani ilçesi Demirli köyündeki Küre-i Hadid Camii efsanesi de geyik kültünü öne çıkarmıştır. Ancak çok eskilerde demirin bu civarda işlenmesi ve köyün isminin Demirli olması tesadüflerle açıklanamayacak bir kültür aktarımının delilidir. Duvar ve ahşaplarındaki kökboyama süslemeleri ile olduğu kadar sekiz tane çile (halvet) odasıyla dikkat çeken bu caminin konumuz açısından en önemli yönü ise Bahaddin Gazi Masalındaki rivayetin neredeyse aynısını yansıtmasıdır. Bu caminin yapımında ormandan geyikler ile ağaç çeken ermişin sırrının ifşa olmasıyla köylüye hane bedduası etmesi, sonrasında geyiklerin orada can verip boynuzlarını düşürmeleri anlatılagelmiştir. Cami içinde mevcut üç adet geyik boynuzu hala bulunmaktadır.

Son olarak Safranbolu Göğ(v)eren (“Gök Eren” Gök eski Türklerde Tanrı’yı ifade eder) Geyikli Baba Türbesi efsanesine değinmek lazımdır. Safranbolu’nun kaderini 1976’da çektiği “Safranbolu’da Zaman” filmi ile değiştiren büyük yönetmen Suha Arın’ın dikkatinden de kaçmamıştır Türbe. Filmde Safranbolu evlerindeki geyik boynuzu ile Türbe arasındaki ilişki doğru kurulsa da, kanaatimce yorum eksikliği mevcuttur. Efsaneye göre Geyikli Baba, Safranbolu ormanlarındaki geyikleri sevmesi, beslemesiyle bilinir ve köylünün de avlanmasını engellemeye çalışır. Ancak köylünün geyikleri avlamaya devam etmesine karşılık Geyikli Baba “altı haneniz yedi olmasın!” diye beddua etmiştir. Tesadüf bu ya köyün hane sayısı hala artmamıştır.

geyik 2

Bir Türk miti olarak geyik sembolünü elbette daha kapsamlı olarak yazmalıyız. Ancak Anadolu’da niçin bu kadar yaygın bir şekilde işlendiği sorusunun cevabını bir kültür aktarımı olarak şöyle izah edebiliriz. Kuzey Asya Türklerinde evcilleştirilerek günlük yaşamda yoğun bir şekilde yer eden geyik, Türklerin güneye inmesiyle beraber yerini at, koç ve dağ keçisine bırakmıştır. Geyiğin günlük yaşamdan çıkmasıyla beraber kolektif hafıza onu belki de yukarıdaki efsaneleri konu ederek kutsamıştır. Ayrıca eski Türk inanışında balballı mezar taşlarından önce geyikli mezar taşları vardı. Bu mezar şekli onların öldükten sonra yeni hayata geyik donunda (şeklinde) göğe çıkmalarını ifade ederdi. Anadolu’da kutsanan bazı hayvanların avlanılmasının yasaklanması bu durumu açıklamaya yeter. Örneğin geyiğin avlanmaması, tavşan etinin yenmemesi…  Bu inanış İslamlaşmasıyla beraber, özellikle Türkmenlerin inanç, deyiş ve masallarında kendine fazlaca yer bulmuştur. Ahmet Yesevi’nin “turna” donuna girmesi, Hacı Bektaşi Veli’nin “güvercin” donuna girmesi ve nihayetinde Abdal Musa’nın “geyik” donuna girmesi gibi…

Sözün kısası Dede Yaylası’ndaki, Demirli Köyü’ndeki ve Göğeren’deki “Geyikli Baba”nın Safranbolu ormanlarında korumaya aldığı geyikler ile Safranbolu evlerindeki geyik boynuzları sadece bir avcılık mesajı ya da çevreciliğin işareti değil, binlerce yıllık Türk kültür ve inanışının günümüzde yaşayan son halidir.

Yorum yapmak ister misiniz ?

11.050 defa okundu