Safranbolu’da Geleneksel Günlük Hayat
Safranbolu, günümüze hala ayakta kalabilmiş mevcut eserlerinden ziyade, bünyesinde şekillenen zaman kavramıyla mana bulmaktadır. Öyle ki 17. yy’dan yola çıkmış bir seyyahın Safranbolu’ya 20. yy’ın herhangi bir gününde gelmesi, modern çağın yenilikleri dışında onu pek de şaşırtmasa gerekir. Kesin hükümlerle söylenemeyecek bu çıkarımı, 1661’de yapılmış Köprülü Mehmet Paşa Camii’nin avlusundaki güneş saatine bakarak yapmamız ise işimizi daha da kolaylaştıracaktır.
Bu görüşün tarihsel kriterlere oturtulabilmesi için, Safranbolu’ya bu özelliği veren iktisadi ve sosyal temelleri inceleyerek; kasabanın günümüzdeki konumunu aydınlatabiliriz. Çünkü başlangıç noktamızı oluşturan 17. yy öncesinde, bölgede pazar konumunda olan Eflani ve Bartın, ticari değerini kaybedecek ve Safranbolu önemini oldukça arttıracaktır. Bölgenin zirai ve ticari hayatında kendine has bazı öncelikler kazanan bu kasaba, 20. yy’a kadar nüfusunu da ticari hayatındaki hareketlilik sayesinde böylece koruyacaktır. Tüm bu özellikleri ile tipik bir Osmanlı kasabası hüviyetine bürünen Safranbolu’nun geçim olanakları ve coğrafi yapısı yaşam tarzının da ana belirleyicisi olacaktır.
Bu eksenden bakıldığında 17. yy’dan itibaren oldukça yoğun imar faaliyetlerine sahne olan Safranbolu’nun merkez hüviyetine kavuşması ise mıntıkanın sadece yerleşime açık coğrafi yapısından veya burada yaşamın kolay olmasından kaynaklanmıyor; ticari hayat ve ticaret yolları buradaki gelişmelerin asli belirleyicisi oluyordu.
20. yy’ın ikinci çeyreğinde geleneksel el sanatlarından yemenicilik, dericilik ve demircilik gibi ticari faaliyetlerden başka tarım ile de uğraşan Safranbolu halkının günlük hayatının önemli bir iklimsel zorluğu vardı! Öyle ki Safranbolulular yılda iki defa şehrin kuzeyi ve güneyi arasında 2–3 km’lik sahada yer değiştirmekteydiler. Bu durum ise her ailenin bölgenin güneyindeki eski çarşı olarak bilinen kasaba merkezi ile kuzeyindeki Bağlar mevkisinde iki eve sahip olmasını gerektirmiştir. 1930’larda 6000 nüfuslu kasabanın hane sayısının 3000 civarında olmasını da bu çerçevede açıklamak pekâlâ mümkündür.
Safranbolu’daki bu mevsimsel göçün gerekçelerinden birincisi hasat dönemlerinde tarım arazilerine yakın olma isteği; diğer önemli gerekçe de kayalar arasında kurulmuş kasaba merkezinin yaz mevsiminde ısınarak oldukça hararetli ve boğucu olan havasından kurtulmak ihtiyacı olmuştur. Çünkü Bağlar mıntıkası, kasaba merkezine nazaran, doğası, manzarası, havası, soğuk ve temiz suları, meyve bahçeleri ve üzüm bağları ile ayrı bir çekim merkezi oluşturmaktaydı. Tabi bu göç maliyetli olduğundan insanlara ek bir külfet oluşturmakta ve evlerin tadilat masrafları da dâhil olmak üzere ayrı bir sorun teşkil etmekteydi. Bu yazlık-kışlak ikamet şekli kasaba halkının yaşam biçimi iken memurlar da hayatını buna göre şekillendirmiş ve maaşlarını zorlayarak hem yazlık hem de kışlık evleri kiralamak istemişlerdir. Karabük Demir Çelik Fabrikaları’nın inşasını takiben de yabancı ve yerli mühendisler aileleriyle bu çevreye oldukça ilgi duyarak, Bağlar’ın popülaritesini devam ettireceklerdir.
Eski Çarşı’da ise bahsi geçen dönemin yaz aylarında işleri nedeniyle orada kalmış 30–40 hane dışında insan bulmak oldukça zordu. Buna mukabil yoğun talebin olduğu Bağlar mevkiine, ev yapmak isteyenlere dönemin siyasi ve ekonomik şartları nedeniyle izin verilmemiş (bunun Safranbolu’daki korumacılığın başlangıcı olduğu da söylenebilir), sadece basit tadilatlara olanak sağlanmıştır. Sonrasında demir çelik fabrikalarının kurulmasına uygun bir mevki olarak değerlendirilen Karabük mıntıkası, 1936 sonunda bu iş için tahsis edilmiş ve bölgenin yaşam tarzını değiştirecek ilk emareler de bundan sonra alınmaya başlamıştır.
Safranbolu’nun genişlemesi ve yaşam tarzının getirdiği zorluklar karşısında şehrin yer değiştirmesi daima gündeme gelmişti. Örneğin Sadrazam İzzet Paşa döneminde kasabanın has tarla olarak bilinen tarım arazilerine taşınması söz konusu iken, bu durum 1930’larda Bağlar mevkii için de söz konusu olmuştur. Bu çevrede han, hamam, dükkân ve resmi dairelerin olmaması, bu düşüncelerin hayata geçirilmesini engellemiş ve Safranbolulular bu duruma alışmak durumunda kalmışlardır. Ancak Safranbolu ve çevresinde yeni bir yerleşimin kurulması düşüncesi en somut haliyle fabrikaların temelinin atılmasını takiben Yenişehir ve nam-ı diğer ‘‘Sümerkent’’ Beşbinevler ile hayat bulmuştur.
20. Asrın İlk Yarısında Safranbolu’da Depo İbadethane Örneği!
Safranbolu özelinden Türkiye’nin tarihsel koşullarını yorumlamak ve geçmişe ışık tutmak oldukça olanaklıdır. Öyle ki Safranbolu’nun İstanbul, Bursa ve Edirne gibi Osmanlı başkentleriyle beraber en fazla taşınmaz tarihi eseri bünyesinde sağlam bir şekilde bulundurması bunun kanıtıdır. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılma sürecinde yapılan uzun ve kanlı savaşlar ülkeyi maddi ve manevi olarak oldukça yıprandırmıştı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla beraber kalkınma ve imar hareketleri mevcut maddi imkânlar doğrultusunda gerçekleştirilebilmiştir. Tüm bu süreçte bina sıkıntısı nedeniyle bazı tarihi eserlerin kısa bir süreliğine başka amaçlarla kullanılması da geçmişten günümüze tartışılan bir konu olagelmiştir.
Örneğin Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa tarafından Safranbolu çarşısının en işlek caddesine 1661 yılında yaptırılan Köprülü Mehmed Paşa Camisindeki uygulama da bunlardan biridir. Caminin sadece son cemaat bölümü 1933–1934 yıllarında bina sıkıntısına karşılık olarak itfaiye deposu olarak kullanılmış; ancak eski eserlerin korunması konusunda hassas olan dönemin Zonguldak Valisi Halit Aksoy’un emriyle depo 1937’de başka bir yere kaldırılmıştır.
Bir diğer örnek yapı ise Kıranköy’deki Aya Stefanos (Ulu Camii) kilisesidir. Bizans döneminde ahşap olarak yapılan bu kilise, büyük bir yangın sonucunda hasar görmüş ve 19. yy’ın sonlarına doğru taş bir yapı olarak tekrar inşa edilmiştir. Daha sonra Türk Milli Mücadelesi’nin başarıya ulaştırılması sonucu imzalanan Lousanne Anlaşması ile uygulanan Türk-Yunan mübadelesi doğrultusunda, kasabada Hıristiyan nüfusun kalmaması ile başka amaçlar için kullanılmıştır. İlk olarak Hazine tarafından depo olarak kullanılan bina, Bakanlar Kurulunca 1946 yılında Milli Savunma Bakanlığı’na devredilmiş ve askeri ihtiyaçları karşılamış; 1956’da ise camiye dönüştürülerek tekrar ibadethane görevine kavuşmuştur.
Geleneksel Safranbolu’dan Sanayi Kenti Karabük’e
Safranbolu ile Karabük, tarihsel olarak birbirine zıt karakterde olan iki kentin kader ortaklığına şahitlik etmektedir. Safranbolu’nun geleneksel mimari yapısı ve yaşam tarzına karşılık, Genç Cumhuriyet’in 1930’lardaki gözbebeği Karabük’ün sanayileşmesi ve inkılâp hareketlerine saha oluşturması buna neden olmuştur. Ancak kader ortaklığı daha Karabük’ün kuruluşunda başlamıştır. Çünkü ‘‘fabrikaların yerinin seçilmesindeki ana unsurlardan olan istihdam meselesi, Safranbolu’nun mevcut nüfusuyla karşılanacağından; Karabük, Safranbolu sayesinde kurulmuştur’’ önermemize de kaynaklık edecektir.
1935 yılından itibaren Karabük’ün inşası için çevre köylerden ve tarihi kasabadan gelen birçok işçi burada öncelikli iş alıyor; bir yandan da yabancı ve Türk mühendisler mıntıkaya gelmeye başlıyordu. İlk kültür değişmelerinin tam bu esnada yaşandığı Karabük’e eşleriyle gelen İngiliz uzmanlar mesken sıkıntısı nedeniyle ilk olarak Safranbolu’ya yerleşmişler ve giyim kuşamlarıyla kasabaya ayrı bir hava getirmişlerdi. Yılbaşı partileri, cins atlar ile doğa gezileri, hatta 1937’de başlayan sportif faaliyetlere fabrikaların açılmasıyla tiyatro, sinema olanakları ve okuma faaliyetleri gibi kültürel etkinlikler de eklenerek kasabanın günlük yaşamı şekillenmişti.
Safranbolu’nun iktisadi yaşam biçimi ise fabrikaların temelinin atılmasıyla beraber ekonomik olanaklar doğrultusunda biraz aşınmış olsa da (el sanatlarında çalışanlar fabrikalarda çalışmaya başlamışlardır) tutucu yaşam tarzı hala devam etmekteydi. Ancak Karabük, iş mesaisine uygun bir çalışma temposu ve yıllık izinlere göre düzenlenen modern hayat biçimi ile yaşamaktaydı. İşçiler için oluşturulan modern yerleşim sahaları ile lokantaları, hastanesi ve Amasra’daki yazlık deniz kampı yeni kentin ayırıcı vasfını oluşturuyordu. Hatta kenti gezen Gerhard Kessler, Yenişehir semtindeki düzenli memur-işçi evlerinin arasındaki günlük yaşama tanık olmuş ve temiz kıyafetli çocukların oyunları ile bütünleştirdiği büyük Karabük resmini Avrupa’daki modern kentlere benzetecektir.
Karabük’ü Safranbolu’dan ayıran tüm bu özellikler, aslında Safranbolu’yu kendiliğinden koruyan-kollayan bir etken oluşturmuştur. Özellikle 1950 sonrasından tüm Türkiye’de yaşanan büyük kentlere göç dalgası Anadolu kasabalarının boşalarak tahrip olmasına neden olurken; Safranbolu, Karabük’ün istihdam olanakları ve sosyo-kültürel imkânları ile nüfusunu bölge dâhilinde korumayı başarmıştır. Ve hatta bahsi geçen tüm bu zaman diliminde, gelişmişlik düzeyleri karşılaştırılan ve yarıştırılan Safranbolu-Karabük ikilisi birbirine her ne kadar zıt görünse de; bölgenin modern yaşam tarzının günümüzdeki en bariz ortaklığını sergilemişlerdir. Bu açıdan nasıl Karabük’ü Safranbolu kurmuştur diyorsak, 1994 yılında UNESCO tarafından Dünya tarihi miras listesine alınan Safranbolu’yu da Karabük korumuştur, şeklinde bir önermede bulunabiliriz.
Yararlanılan Kaynaklar