Elimde bir kitapla dönüyordum evime veyahut dörtduvarıma. Otobüs olması gerektiğinden daha fazla hızlı idi. Şoförün sürati kitabı okumamı engellemeye yetmişti bile. Otobüste kitap okuma adetimi kadıköy vapuruna saklayarak bıraktım usulca kitabı koltuğun üzerine…
Ben de camdan dışarı bakarken içimden geçenleri irdeledim. Şuursuzca. Bu dünyada gerçekten “benim olan” bir şey var mı diye?
Saygı, sevgi, geçerli bir rey, tutmasa bile piyango bileti ve can dahi bize ait değilken…
Şuan senin olan bir şeyin varsa o da onurundur diyerek silkelenin
Ve dahi değer verdiklerin hangi sıfatla kelimeleriyle cümle kurduğunda kıskaç daraldım boğuldum bıla bıla dediğinde işte hayat çok ağır oluyor dostum.
Galiba kafam çok karışıktı. Sadece düşünürken değil okurken ve yazarken de dikkatim dağılıyordu.
Köşe başında inmek için düğmeye basıldı ve otobüs çoktan uzamıştı bile…
Kitabım dedim içimden otobüste kaldı. Gerçi hiçbir zaman benim olmamıştı ve otobüs şoförü başına büyük bir bela almıştı.
Kitap mı: Charles Bukowski “kaybedenin önde gideni”
Radyonu aç!
“Siegfried’s Idyll” dinle
Ölümün kıyısına kadar gitmiştim ancak canım hiç bugünkü kadar acımamıştı…