DİKKAT: “ Toplumsal bir otopsidir; üzerinize kemik sıçrayabilir! ”
Bir düşünün, insan vücudunda orta kulaktan bacaklara kadar değişik büyüklüklerde ve onlarca kemik bulunur. İnsanlar, doğduklarında vücutlarında 360 kemik bulunurken, daha sonra bazı kemikler kaynar ve bu sayı 206’ya kadar düşer. Fakat kemik deyip geçmemek lazım. Birçok alanda ilginç bir örnek haline gelen kemik, direkt ya da dolaylı olarak şiirlere ve küfürlere dahi konu olur. Bana göreyse, insan vücudundaki en asil kemik olan omurga ayrı bir öneme sahiptir. Omurga varlığıyla ve yokluğuyla insan davranışının ve dürüstlüğünün sembolüdür.
Çevremizde çokçadır gözlemliyoruz ve Atsız’ın o mısraları kulaklarımızda çınlıyor: “Bir kemiğin ardından saatlerce yol giden itler bile gülecek kimsesizliğimize”. Hemen aklımızda dönmeye başlıyor kırgın sorular… Bir insan, bir kemik uğruna, omurgasını kaybetmeyi niçin göze alır? İdeallerinden, onurundan ve ahlakından neden vazgeçer?
Jean Jacques Rousseau’nun babası Topkapı Sarayı’nda saatçiydi. Kendisi ise bıraktığı önemli eserleri ve düşünceleriyle cumhuriyetimizin kuruluşuna fikir babalığı yapmıştır. Günümüzde adalet dağıtan bir kahraman misali, yeri hazırdır benim de şahsi kütüphanemde. Oradan çıkar, seslenir zorlandığım anlarda… Kendini elit zanneden dalkavuk ve soytarılara, çağları aşan fikirleriyle şamar üstüne şamar indirir. Ümitsizliğe düştüğüm anlarda hayıflanır ve sorar: “Biz gerçeğin saklandığı kuyunun duvarlarına asılıp ölmek için mi yaratıldık?”. Cevabı da yine kendinde mevcuttur: “Elbette hayır!”
Birçok kavgaya girmişsindir. Hem de bedellerini daha en başında ödemek zorunda kalarak. Elhamdülillah inancımıza zeval gelmesi ne mümkün, dik bir duruş vardır bünyemizde. Uyuşturulmuş şuurunu köle pazarında satmış hilkat garibesi kitlelere rağmen üstelik.
İyiliği her daim kendimize düstur edindik. Lakin şeffaf bir camın arkasındasın gözleniyor ve yargılanıyoruz daima. Varsın olsun, bizim erdemli ülkülerimiz en büyük fazilettir manevi hayatlarımızda. Çünkü “Erdemli adam, çıplak dövüşmeyi seven bir atlettir; gücünü kullanmaya engel olan ve aslında, birçoğu, vücuttaki bir sakatlığı gizlemek için icat edilen bütün o bayağı süslere değer vermez.”
Bayağı bir süs gibi ahlaki bir filtre geçirir üstüne ve kendisi olmaktan kurtuluverir kötü insan. Bizim erdemimiz bu ahlaktan çok farklıdır. Ayırt etmek lazım erdemle ahlakı ve ahlaksızı! Ellerinde yapışkan bardaklarından içtikleri kahvehane çayları; dillerinde dini, siyaseti, makamı, mevkiiyi, parayı, elbiseyi, yeni alınmış bir ayakkabıyı konu ettikleri bayağı nutukları…Belki de, büründükleri sahte akademisyen kimliklerinde gizlidir süslü ahlak cümleleri. Kaçın!
Tarih bunu da not alsın: Biz hiçbir zaman ahlakı vicdanımıza perde yapmayacağız. Üniversite öğrencilerinin bir lirasına tamah eden ahlaksızlardan olmayacağız. Herkese mavi boncuk dağıtan sahte imam, akademisyen, tüccar, bürokrat veya siyasetçilere inanmayacağız.
Allah’ım tüm kötülüklerden sahtekârlıklardan sana sığınırız. Muhtemeldir günahlarımız ve belki bizi kurtarmaya yetmeyecek sevaplarımız. Ancak, Nisa Suresi 58. Ayeti düstur edinen iş adabımız, yetim hakkı yemenin düşüncesine dahi tahammülü olmayan ahlakımız ve yalnız bir kurt misali bu tüm kötülere karşı sürdürdüğümüz haklı mücadelemiz, bize şan olarak da şeref olarak da yeter; varsın bir kemik uğruna günlerce yol gittiğiniz bu koca dünya sizin olsun…
* Bir Otopsi Yazısı, Adsız Köşe / Mehmet KÜTÜKÇÜOĞLU,13 Nisan 2015 Karabük Meydan Gazetesi