Karabük’ün tarihi dediğimizde insanlar ya da şehirdeki kurumlar boşluğa düşüyor, ya da kendilerini boşlukta hissediyor. Bunu şehirdeki müzelerin, sergilerin ve tarihi aktaracak nitelikli projelerin sayıca az olmasından anlayabiliyoruz. Hatta öyle ki Karabük’te kurumlar kendi tarihçelerini verirken bile kabaca “kopyala-yapıştır” diyebileceğimiz bilgi içeriğini tercih ediyorlar, kendilerini yansıtamıyorlar. Zaman içinde İnternetin de yaygınlaşmasıyla Karabük tarihini bize aktaran anlık fotoğraflar, yazılar görüyoruz ve büyük bir özlemle “ne günlermiş be” diyoruz. Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ediyoruz ve bu genel düşüncemizle ilk sorumuzu yöneltiyoruz.
Karabük gerçekten de “hafıza kaybı” yaşamaya meyilli bir şehir mi? Ya da “hafızamız bizleri sıklıkla terk mi ediyor?” Zaman geçtikçe kent tarihini ve buna dair merakımızı kaybetmemize neden olan şey nedir?
Evet, Karabük çok hızlı bir şekilde yaşadığı en güzel ve en acı günleri anında unutabiliyor. Bunun birçok sebebi var. Öncelikle kent belleğini oluşturan insanlara saygı yok bu kentte. Yani, insana yatırım yok. Karabük kenti kurulurken tamamen insana göre kurulmuş bir kent olmasına rağmen!
Bir şehir hafızasını nasıl unutur? Kütüphanelerinin olmamasıyla, kitapçılarının olmamasıyla… Bu şehrin meydanında veya en işlek caddesinde elinde bir roman, şiir ya da tarih kitabı olan insanlarla karşılaşamıyorsanız, orada durun ve bir düşünün. Böyle bir şehirde bellekten ya da ahde vefadan nasıl bahsedebilirsiniz ki? Yani, süreli yayın mantığıyla – ki Karabük’te onun bile çok kötü bir şekilde uygulandığını görüyoruz- popüler kültürün içine düşmüş ve gittikçe avamlaşan avamlaştıkça da hafızasını kaybeden bir Karabük’le karşı karşıyayız maalesef.
Kent belleği Muzaffer Tayşi’yi, Sadi Yaver Ataman’ı, Muhittin Erkan’ı, Necmettin Şeyhoğlu’nu (sadece bir stad ismi değildir Necmettin Amca), Münci Tangör’ü, Hüseyin Avni Cinozoğlu’nu, Suha Arın’ı tanımakla; Filiz Akın, Erkan Yolaç, Güntekin Onay ve Necdet Tosun gibi kişilerin bizimle ilişkisini bilmekle oluşur. Hayatımızda zaten kitap yok, şehrin park ve bahçelerinde heykeller, anıtlar da yok! Peki, nereden öğrenecek insanlar bu bilgileri? Hatırlayın, Karabük’ün girişinde, kavşakta bir anıt vardı, uzun ince bir anıt! Karabük’ün kurucuları Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, efsane Genelkurmay Başkanımız Fevzi Çakmak’ın ve işçilerin kompozisyon yapıldığı bu anıt söküldü atıldı, yerine çim dikildi. Anıta, Allah’tan üniversite son anda sahip çıktı! Tüm bunlar oluyorken soruyorum, “nasıl oluşsun ki bu kent belleği?”.
Farklı kaynaklarda Karabük hakkında okumalar yaptığımızda ya da geçmiş 50 yıllık dönemi iyi hatırlayanlar ile konuştuğumuzda Yenişehir Mahallesi’nin büyüleyici pek çok özelliği dikkat çekiyor. Yenişehir’in Karabük’ün kuruluş ve kuruluş sonrası dönemlerine etkisini nasıl açıklarsınız?
Evet Yenişehir… Kimin zihninde çalkantılar uyandırmamış, kimin zihninde şimşekler çaktırmamıştır ki? Önce kendi ilk gençlik yıllarımdan ya da çocukluğumdan bugüne kadar olan dönemde Yenişehir’in benim için ne ifade ettiğini anlatayım. 10 yaşına kadar Karabük’ün köylerinde – babamın öğretmenliği nedeniyle- yaşadık. Amcam, Kardemir DÇ Fabrikaları’nda satın almada yöneticilik yapardı. Ve kendisini ziyaret için Safranbolu’nun Ovacuma köyünden Karabük’ün Yenişehir’ine geldiğimizde büyülü bir sahneyle karşılaşırdık. O bahçeler, o evler, pürüzsüz yolları, ağaçların düzeni, kısacası Yenişehir’in tüm görseli tüylerimi diken diken ederdi. Kendimi rüya gibi bir kentte bulurdum. Daha sonra Ovacuma’ya dönüşte Soğuksu Mevkiinden itibaren o rüyadan çıkar tekrar doğaya teslim olurdum. Yenişehir; bir ideal mahalleydi. Aslında mahalle dememek lazım… O, Türkiye’nin ilk model kentiydi. 1933 yılında hazırlan 1. Sanayi Planını inceleyenler göreceklerdir ki orada dairesel formlarda oluşturulmuş köy planları vardır. Aynen şehirlerimizde de bu dönüşümü hayata geçirmek kaygısı vardı. Yenişehir, böyle bir idealin sonucunda kent olarak yapılmıştır, kıymetini bilmesek de. Genç cumhuriyet, Karabük kırsalı özelinde Avrupai tarzda bir şehri kurabileceğimizi bütün dünyaya göstermek istedi ve başardı da. Ancak bunu yaparken de kesinlikle işçilerin ve mühendislerin Karabük’ü rahatça tercih edebilmesini istediği için yoğun yatırım programı uyguladı.
Bu şehir planlarını uygulamaya geçirmek kolay olmuyor. Yeni bir şehir nasıl oluşturulur, bunu gazete taramalarımda gördüm. Dünyaca ünlü Fransız mimar Henry Prost, Türkiye’ye davet edilmiş. Yıl 1936, İstanbul’un o dönemde şehir planlarını hazırlamış. Hani geçtiğimiz yıllarda bütün Türkiye’nin duyduğu taksim Gezi parkı var ya, işte o bile Henry Prost tarafından yapılmıştır. O yıllarda Fransız mimar Karabük’te de Yenişehir’i tasarlamıştır. 1936’dan itibaren çeşitli yıllarda bütün Karabük’ü içine alan bir şehir planı tasarlansa da o şehir planları bir türlü uygulamaya geçirilemedi ya da yarım yamalak kaldı.
Yenişehir, bizim batılı tarafımız, modern tarafımız… Maalesef çevresinde de tembelliğimizden kaynaklanan o avam tarafımız Yenişehir’i boğdu. Dört bir tarafından kuşatılmış bir Yenişehir hem kültürüyle hem sosyal aktiviteleriyle hem mimarisiyle 1950lerden sonra maalesef katledildi. Yani bizim model kentimiz katledildi, hayallerimiz katledildi.
Karabük’ün Cumhuriyet Dönemi serüvenini ayrıntılı ve akıcı bir şekilde aktaran Türkiye’nin İlk Ağır Sanayi Kenti Karabük adında, Karabük tarihi ve dönüşen sosyolojisi hakkında merak duyanların ilk başvurması gereken kaynaklardan biri olan bir kitabınız var. Kitabınızdaki motivasyonu nasıl yakaladınız? Akademik çalışmalarınızı kitaplaştırma fikri nasıl ortaya çıktı?
Öncelikle kitabımı detaylı bir şekilde inceleyerek bana böyle bir dönüş yaptığınız için çok onur duyduğumu, mutlu olduğumu ve gururlandığımı ifade etmek isterim. Aslında motivasyonumun tek temeli bir kişiden dahi bu cümleleri duyabilecek olmamdı. Benim zihin dünyamdan benim algılamamdan benim penceremden ve benim emeklerim neticesinde oluşmuş bir tarihin okunacak olması beni devamlı motive etti. Ancak, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmalarında yüksek lisansta, tez aşamasına geçince şöyle bir durumla karşılaştım. Birçok arkadaşımız ödev mantığıyla tez konularını daraltabildikleri kadar ve çabuk yapabilecekleri ölçüde konularla seçmeye çalıştılar. Örneğin X gazetesinde şu tarihler arasında Kıbrıs harekâtı veya Sabah Gazetesi’ne göre bir olay kritiği. Bu nedir? Gazete taramasını yapıp bir ödev gibi sunacağınız çalışmalardır bunlar. Elbette küçümsediğim için değil bu çalışmalar da başka araştırmalara destek olacaktır ama bir tezin kuşatıcı bir niteliğinin olması lazım ve ortaya bir zihin dünyası, bir yenilik koyması gerekir. Tez danışmanım Prof. Dr. Cemil Öztürk ile tez konumu seçerken Karabük’ü çalışmak istediğimi ve yaşadığım kente ait bir iz bırakmak istediğimi söylediğimde kendisi bana tam destek oldu. Karabük ve fabrikaların kuruluş dönemini yanlış bilgilerden ayıklayarak resmi evraklarla ilk defa değerlendiren bir çalışma yapmaktı hayalim. Çünkü Karabük amatör tarihçilerin eline bırakılamayacak kadar profesyonel bir şekilde kurulmuş bir tarihe sahiptir. O yüzden Ord. Prof. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu Karabük’ün kuruluşunun 25. yılında yayımlamış olduğu İstanbul Üniversitesindeki araştırmalarını barındıran kitabında ileride yapılacak daha kapsamlı bir çalışmayı beklediğini yazmıştı. 1962’den 2012 yılına kadar bu kitap çıkmadı. Tarih alanında ilk akademik çalışmayı yapmış olduk. İşte en büyük motivasyon buydu. Daha tez aşamasındayken, araştırmalarımı derleyip okumalarımı yaparken dahi eserin hep kitap olacağını düşünerek kendimi motive ederdim.
Yüksek lisansım 2009’da bittikten sonra tezin çıktısını Karabük’teki bazı kurumlara basılması için bıraktım. Okumadan basılmaya layık görmeyenler de oldu, ismine takılanlar da! Ancak Karabük’ün kuruluşunun 75. yılı etkinlikleri çerçevesinde dönemin Karabük Valisi Sayın İzzettin Küçük beni bir akşam arayarak kitabı basmak istediğini söylediğinde, hiçbir karşılık beklemeden basabileceğimizi kendilerine bildirdim ve üç-dört hafta gibi çok kısa sürede 3 Nisan etkinliklerine kitabı yetiştirdik.
Bir Cumhuriyet kenti olarak adlandırdığımız Karabük, bir asırlık dönemi önümüzdeki on yılda tamamlamış olacak. Süreç içinde şehrin belleğinde yer eden ve “tarihi eser” olarak nitelenebilecek yerler, yapılar nelerdir? Son dönemde imara açılan alanları da düşündüğümüzde Karabük’te korunma ihtiyacı duyan yapılar öngörebiliyor musunuz?
Evet, Karabük 2017 yılında kuruluşunun 80. yılını kutlayacak ve 100. yılına bir vizyon oluşturması gerekiyor. Biraz evvel Yenişehir mahallesinden, ideal ve model bir kentten bahsettik. Ancak yeni ve günümüz yüksek inşaat teknolojisiyle yapılan mahallelere baktığımızda durum hiç de iç açıcı gelmiyor. Karabük 1950 ve 60’larda nasıl barakalar tarafında kuşatılıyorsa, günümüzde de coğrafyaya hiçbir şekilde saygı duymadan dikilen yüksek yapılar ve düzensiz bir mimariyle katledilmektedir. Son on yılda Karabük’te yaptığımız mahalle 100.yıl’dır. Hangi Karabüklü 100. Yıl mimarisinden memnundur? Bu kadar büyük paraların döndüğü, bu kadar dinamik bir öğrenci kitlesinin geldiği bir mahallenin bu kadar pejmürde olmasını nasıl içimize sindirebiliyoruz? Yamuk bir caddenin etrafına kümelenmiş kafeler mi bizi cezp ediyor? Yoksa killi kayaçlara, heyelan tehlikesi yüksek olan yamaçlara dikilen sekiz on katlı binalar mı bizi mest ediyor? Hiç mi beş kilometre ötemizdeki Safranbolu’dan ders almayız? Bina yapılamayacak uçurum kenarlarına 300 yıl önce evlerin, camilerin nasıl yapıldığını hiç mi merak etmeyiz? Ya da Karabük’ün Yenişehir Mahallesi düzen ve tertibiyle hiç mi örnek oluşturmaz! Şimdi buradaki mühendis, memur ve işçi evleri sessiz sedasız yok ediliyor. Yenişehir dediğimiz yer bir arazi parçası değil birbirini destekleyen yapılar kompleksidir. Hava akımını engelleyecek şekilde yüksek yapılar yapılmasına niye izin verilir? Neden Safranbolu’da olduğu gibi yıkılan yapının aynısı olacak şekilde yeni mimariye gidilmesi yöntemi seçilmez? Sineması, havuzlu bahçesi, kulüp binaları, saat kulesi ve ağaçları Yenişehir’in en mahrem yapılarıdır.
Sayın Hikmet Şeyhoğlu’nun eczanesi kesinlikle binasıyla birlikte yaşatılmalı ve bu binayı da yapan dönemin meşhur mimarı Münci Tangör’ün yapılarının takip edilip yıkılması engellenmeli. Safranbolu Tangör’ün mirasına sahip çıkmadı, hiç olmazsa Karabük bu hatayı yapmasın.
Rahmetli Necmettin Şeyhoğlu amcamızın hayata geçirdiği Beşbinevler Mahallesi’nin bir anıt gibi korunmasını isterim ama evleri eskidi, mimari açıdan da çok kıymetli yapılar olmadığı için, burada dönüşüm başlamadan mimari mantığı doküman haline getirilip bir müzede hikâyesi yaşatılmalı. Değişim ve dönüşüm başlarsa geç kalabiliriz. Bilinmelidir ki bu mahalle Avrupa’da örnek proje konusu olarak konferanslara konu olmuştur.
Kısaca, demiryolu istasyonumuz, saat kulemiz, sinemamız,Yenişehir’deki Demir-Çelik İlkokulu ve Lisesi gibi yapılar isim ve binalarıyla korunmalı, Kardemir içindeki İsmet İnönü’nün fabrikaların ilk temelini attığı anıt, fabrikaların ilk yüksek fırınını Fatma’nın son kalan parçaları, Atatürk Anıtı’nın son kalan parçaları kesinlikle ve öncelikli olarak korunması gereken yapılarından birkaçıdır.
Karabükspor’un tarihine, kuruluşuna doğru gidelim. Kulübümüzün İnternet sitesinde Karabükspor’un kuruluşu ile ilgili verilen bilgi biz taraftarları pek memnun etmiyor açıkçası. Tam olarak kimler tarafından, ne zaman ve hangi nedenle kurulduğuna dair bilgiye ulaşmak mümkün müdür? Karabüksporumuz nasıl kuruldu?
Türkiye’nin ilk hayali bağımsızlıktı, ardından ekonomik bağımsızlık öncelendi ve ülkede birçok alanda yeniden oluşturulan kurumlarla milletin ihtiyaçları giderilmeye çalışıldı. Özellikle ülkenin ilk 25 yılına damga vuran kurum Halkevleri oldu. Sanat, müzik, edebiyat, köycülük, siyaset ve spor gibi alanlarda açılan şubelerin çalışmalarıyla millet dinamik hale getirilmeye çalışılırken, bir arşiv ve bellek oluşturulma çabasına da girişilmiştir.
1933’te Zonguldak Halkevi’nin açılmasıyla Safranbolu ve Karabük’te de şubenin faaliyetleriyle karşılaşırız. Safranbolu’daki Yeşilyurt Spor Kulübü ve meşhur ressam Saliha Bozcalı’nın Karabük fabrikaları yağlı boya resmi bunlardan sadece ikisidir.
Evet Karabükspor’un kuruluşu tam bir muamma haline getirilmiş. Bilgiler derlenmiyor ve dağınık! Karabüksporumuzu kimin kurduğu bahsi ise eksik bir şekilde ele alınıyor. Türkler mi yabancılar mı?
KDÇF’de çalışmak için İstanbul ve diğer büyük şehirlerden gelen mühendis, memur ve işçilerin sosyal faaliyet alanı olarak spor hızla öne geçiyor. 1937’den itibaren Karabük’e futbolcuların çalışmaya gelmesiyle birlikte spor kulübümüzün ismine rastlamaya başlarız.
İlk olarak 1930ların gazetelerini incelerken 28 Ağustos 1938 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Karabük Demir-Çelik Spor Kulübünün kurulduğu haberine rastladım. Habere “Fabrikalarda görevli mühendis, memur, usta ve işçiler ile Safranbolu Kaymakamı İhsan Bey ve Parti mutemedi Kadri Bey’in yardımlarıyla geniş bir faaliyet programı olan Demir-Çelik Spor Kulübü kurulmuştur” notu düşülmüştür. 1938 yılında da fabrikaların montaj ve işletmesini yürüten İngilizlerden Mr. Lain’in spor kulübünün antrenörlüğünü yaptığını görüyoruz. Fabrikalar İşletme Müdürü Azmi Tılıbar zamanında da arması ve renkleri de belirlenen Karabük Demir-Çelik Fabrikaları Spor Kulübü’nün kurumsal bir kimlikle müsabakalarda ses getirmeye başladığını görürüz. Yeşilyurt Spor Kulübü (Safranbolu), Fabrika Gücü (Ankaragücü) ve Ereğli Kömür İşletmeleri (EKİ) bunlardandır.
Benzer açıdan devam edersek… Bir yazınızda Karabükspor’un kuruluşunun 1969 olarak değil de, 1937 olarak verilebileceğini belirtmiştiniz. Türkiye’de bunun örnekleri zaman içinde oldu. 1960-70 yılları arasında kurulan spor kulüpleri kuruluş yıllarını farklı gerekçelerle 1920 ve 30’lara kadar çektiler. Bu görüşün ardındaki gerekçenizi açabilir misiniz?
Tabi ki maalesef şehrimizde bilgiye hürmet az olduğu için araştırmacıların pek üzerinde durmadığı bir alan olmuş Karabük tarihi. Sadece bir iki yerel araştırmacının tekrar söylemlerine konu olmakta. Bunu dışında yapılan bilimsel araştırmaların sonuçları ise literatüre maalesef geçmemekte. Sizin de başta belirttiğiniz gibi kopyala yapıştır bilgiler en ciddi kurumlarımız ve en meşhur gazetecilerimizin yazılarında hatalarıyla devam etmekte. Karabük kuruluş tarihini yazarken bütününde ne kadar ele alınabilirse sınırlı bir kaynakla bir iki yeni bilgiye ulaşarak kulüp tarihine de katkı sunmuştum. İnşallah kulüp tarihi araştırmaları süratlenir de kulübümüzün tarihi 1937’den günümüze baştan yazılır hayalim bu.
Sorduğunuz soruya gelecek olursak, ısrarla söylediğimi tekrarlayayım, armamızda yazan 1969 tarihine gençler ve hiç kimse aldanmasın, inanmasın; çünkü Karabükspor 1969’da kurulmamıştır. Elimizde belgesi var, gazete haberleri… Bu haberlerde daha Ağustos 1938’de takım faaliyetlerini görebiliyoruz. Muhtemeldir ki kurumsal olmasa da 1937 itibarıyla bir futbol takımı mevcuttur.
Ancak sorunuzda bahsettiğiniz Türkiye’deki yaygın örneklerinin dışında biz geçmişimizi geriye taşımıyoruz da günümüze yaklaştırıyoruz. Bunu anlamak gerçekten çok güç! Hâlbuki Karabük gibi köklü büyük kurumlar geçmişlerini olabildiğince geriye götürürler ki bu sayede gelecek vizyonunu daha da ileriye ulaştırabilsinler. Örneğin, İstanbul Üniversitesi kuruluş tarihi olarak 1453 yılını esas almaktadır. Ya da Fenerbahçeliler nasıl ki 1907 yılında Fenerbahçe semtindeki deniz feneri önündeki buluşmayı kulüp tarihinin başlangıcı sayıyorsa bizim de 3 Nisan 1937’de fabrikaların temelinin atılmasından sonra Safranbolu Kaymakamı İhsan Beyin öncülüğündeki girişimi kulübün kuruluşu olarak ele almamız gerekiyor. Bir ok ve yay ilişkisi gibidir bu; siz geçmişinizi ne kadar geriye çekerseniz, vizyonunuzu o kadar ileri bir tarihte bulursunuz. Tercih sizin!
Sizce Karabükspor’un en “tarihi” müsabakası? Hem bir tarihçi hem de bir taraftar olarak soruya nasıl yaklaşırsınız?
Çoğu kimse galibiyete zaferlere taliptir, bu sefer ben mağlubiyeti seçiyorum. Evet, belleğimde her zerremde iz bırakan en tarihi müsabakamız, 1993-1994 sezonunda kendi evimizde ligin son haftasının son saniyesinde yediğimiz golle 2. Lige düştüğümüz Zeytinburnu Spor müsabakasıdır. Bazı esnaflar cenaze var yazısını asmıştı dükkanlarına; öyle ki bu travma hala Karabük’te canlıdır, asla ve asla son maça çıkmak istemez hiçbir Karabüklü!
Demir-çelik fabrikaları kapatılacak dedikodularının alıp başını gittiği bir dönemde uzun süren kötü gidişe teknik direktörümüz İlyas Tüfekçi’nin başarılı idaresi ile son verip ligde kalmayı son haftaya bırakarak tüm Türkiye’nin sempatisini kazandığımız bir sezondu. Daha 11 yaşındayım. Kuzey kale arkasında amcamın fabrika lojmanlarındaki evine misafirliğe gitmiştik. Stad tıklım tıklımdı. Maça giremediğimizi hatırlıyorum. Dışarıdaki herkesin kulağında bir radyo hem seyircinin sesi hem de trt spikerinin anlatımıyla maçı takip ediyorlardı. Babam ve ben de bu radyolu dinleyicilerdendik…
Her yer gelin gibi süslenmiş, davul ve zurnalara kafalardaki bandajların görseli karışıyordu. Kadın, çocuk herkes inanmıştı, Karabük ligde kalacaktı, başka çare yoktu. Ta ki doksanıncı dakikada 10 bin kişinin çıt çıkarmadan sessizliğe gömüldüğü o “lanet” ana kadar. Bir kişi konuşuyordu sadece, o da TRT spikeri, “Karabükspor küme düştü!”
Karabükspor’un ilk dönemlerinde atıcılık, boks, tenis ve bisiklet gibi farklı dallarda da spora katkı verildiğini görüyoruz. Şehir insanlarının ve Karabükspor’un bu dalları terk etme nedenine dair bir fikriniz var mı?
Karabük, Türk modernleşmesinin şımarık çocuğu gibi davrandı. Ülkenin 180 gram ekmeğe muhtaç olduğu dönemde ülke ortalamasının çok üstünde yatırımlar aldı. Her şey hazır bir şekilde kendisine sunuldu. Antrenörler, sahalar, müsabakalar… 1962’de artık tek fabrika unvanımızı kaybetmemizle birlikte fabrikalar ekonomik randımanını da kaybetmeye başladı. Sosyal hayat 1980’lerde süratle ivme kaybetti, 90’lı yıllar ise tam bir kâbustu. Fabrikalar kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Devlet imkânlarının aktığı dönemler ziyan edilmiş, Karabük yetiştirdiği insanları elinde tutamamış veya kaçırmış, böylece şehirleşmesi yarım kalmıştır. Spor kulüpleri ve diğer branşlardaki kurumsallaşmalarını varlık dönemlerinde tamamlayamadıkları için yok olmuşlardır. Ama Anadolu’nun en güçlü engelli basketbol kulüplerinden birisi yine Karabük’te kurulmuş milli takıma dahi sporcular vermiştir. Bu da hayırsever işadamlarımız sayesinde olmuştur. Kent belleği bunları unutmaz, ahde vefayı da karakter yapmayı öğrenebilirsek diğer branşlarda yeniden bir kalkınma olabilir!
Karabük’e geri dönelim. Cumhuriyet Dönemindeki Karabük’ten günümüzdeki Karabük’e geçişte bu şehri her açıdan etkileyen en önemli olay sizce ne oldu?
Kesinlikle Safranbolu’nun turistik bir değer olarak fark edilmesidir.1960’lara kadar geri götürebileceğimiz bu serüven 1975’te yerel korumacılıktaki kararlarla, sonrasında ise 1994’te UNESCO listesine girerek tarihinin en önemli dönüşümünü yaşamıştır. Çünkü ben Karabük’le Safranbolu’yu birbirinden ayıramam. Demir çelik fabrikaları Karabük’e büyük oranda Safranbolu’nun varlığı nedeniyle yer olarak seçildi. Ancak Safranbolu da tüm Türkiye’yi kasıp kavuran göç ve şehirlerin boşalarak tahrip olmasından Karabük fabrikaları sayesinde kurtulmuştur. Bu yüzden ısrarla Karabük’ü Safranbolu kurmuştur, Safranbolu’yu ise Karabük korumuştur, çıkarımını yapmaktayım.
Safranbolu Gezi Rehberi kitabınızla Safranbolu’nun tanıtımına ve erişilebilirliğine güzel bir katkınız var. Bu açıdan şehirde giderilen eksikliklerden biri… Karabük için “şu yapılsa iyi olur” diyebileceğiniz projeleriniz var mı?
Karabük’ün maalesef hiçbir şekilde kent belleği yok. Kurumları zayıf ve liyakatin dikkate alınmadığı en baştaki kentlerden biri Karabük desek abartı kaçmayacaktır.
Karabük’te yapılacak en büyük proje insana yatırım olacaktır kısaca. Bu ise kitapla, sinemayla ve tiyatroyla olur.
Şehir nasıl bir fabrikaya ve tarihe sahip olduğunu bilmeli! Ben Karabük Demir-Çelik Fabrikaları’nda çalışan işçi, memur ve mühendislerin isimlerinin Karabük meydanına dikilecek bir anıtla kalıcı hale getirilmesini ve Karabüklülük bilincinin geliştirilerek yaşadığımız sıkıntıların çözümlenebileceğini düşünüyorum. Bir de geçtiğimiz yıl “3 Nisan Panorama Karabük” projesini sunmuştuk. Kayabaşı zirvesindeki baz istasyonlarının olduğu yer veya Öğlebeli tarafında fabrikayı gören bir cepheye demir çelik fabrikaları üretim ve tarih müzesi şehre ve turizme çeşitlilik katacaktır. Osmanlı kenti Safranbolu’ya gelen turistlere Türkiye’nin ilk ağır sanayi kenti Karabük neden anlatılamaz. “İlk Türk Demiri”ni görüp heyecanlanmayacak insan yoktur. Düşünsenize sanki Ergenekon’da dökülmüş gibi, ne büyük bir hedef ve gerçeklik!
“Bana Karabük’ü anlatır” diyebileceğiniz bir kitap var mı? Farklı türlerden olabilir bu.
Elbette George Orwell’in “Boğulmamak İçin” romanı. Herkesin Karabük’ü ayrıdır aynı yerlerde yaşansada! Kayabaşı’ndan seyrettiği gri dünyanın kokusunu içine çeken çocukla, Yenişehir’deki lojmanının bahçesinde top koşturan çocuğun hikayesinin ayrı olması gibi. Ya da her geçen gün acımasızlaşan bu dünyada bir çocukluk hatırası gibi aradığımız şehrin aynı olmasındaki his gibi okudum “BOĞULMAMAK İÇİN”i. Kitabı okuyanlar romanın kahramanı kaybettiği cenneti arayan sigortacı Mr. Bowling’le kaybedilen Yenişehir mucizesini sahibi Karabüklülerin nasıl da ortak bir kaderi paylaştığına şaşıracaklar.
Şehir tarihinin erişilebilir olmadığı dönemlerde belki doğru, belki de “şehir efsanesi” olarak bilinen bilgiler mevcut. Örneğin, “Demir Çelik Fabrikası bir anda silah fabrikasına dönüşebiliyor,” “Demir-Çelik Fabrikası’nın üzerinde hava boşluğu var, bu yüzden buraya yapıldı” gibi bilgiler bunlardan iki tanesi. Bunlara dair ne söylersiniz?
Her kent kendi tarihini de efsanesini de aynı anda üreten dinamik yapılardan oluşur. Bu efsaneler biraz okumayı sevmediğimizden kaynaklanıyor olsa da emin olun ki belli bir gerçekliğe de dayanmaktadır.
Bu Karabük fabrikaları, Türkiye’nin demir çivi dahi üretemediği ve savaş tamtamlarının yeri göğü inlettiği (İkinci Dünya Savaşı öncesi) bir dönemde kuruluyor. Dönemin gazeteleri her cümleye “askeri sanayimizi kuracak olan demir-çelik fabrikaları” şeklinde yorumlarla çıkıyor. Silah yapabilme kapasitesi de olan bu fabrikaların böyle anılması doğaldır ve gerçektir de. Kuruluş döneminin gazeteleri bu tip yazılarla doludur. Ancak hava boşluğu bilgisi biraz tartışmalıdır. Çünkü fabrikalar düşmanın havadan saldırı yapamayacağı kuytu bir yere kurulması bilgisi, askeri bir önlem olarak tarihi bir gerçeklik olsa da coğrafi bir durum olarak yanlıştır. Çünkü hava boşluğu, havada sabit kalan bir durum değildir; öyle ki havadaki bu yoğunluk durumu devamlı yer değiştirir. Aksi olsa bin kilometreye yaklaşan süratleriyle çağımız uçakları dahi hava boşluğuna düşer miydi? Bu fabrikalar üzerindeki hava boşluğu dedikodusu dağların arasında kalmasından kaynaklı bir durumdur zannedersem. Bu efsanenin kaynağı ise Karabük’ün gizli kurucusu olarak gördüğüm Genelkurmay Başkanımız Fevzi Çakmak’ın demecinden çıkan bir yorum olsa gerek. Ne demişti Çakmak: ‘‘Tesis, düşman ordusunun top menziline düşmeyecek kadar içerlek, piyadenin ulaşamayacağı kadar kuytu, süvarinin dörtnala kalkamayacağı kadar sarp bir yerde kurulmalıdır”.
Zaten tarihte olası hava saldırılarına karşı fabrikaların aydınlık yerlerinde ışık söndürme, camları siyah örtülerle kapatma gibi önlemler veya birkaç yıl önce yapılan solo Türk F16 uçaklarının 90 km hızla yaptıkları gösteriler bu şehir efsanesini çürüten örneklerdir.
İl sınırına dâhil olan yerleşim yerlerini düşünürsek, Karabük ile ilgili en eski yazılı belge nedir?
Karabük kırsalındaki antik şehirler (Hadrianapolis vb), kaya mezarları, Tümülüsler, sütunlar, sikkeler ve heykelleri değerlendirme içine alırsak bölge tarihini Roma dönemine denk gelen MÖ 4-5. yüzyıla kadar götürülebiliriz. Türk-İslam döneminde ise 14. yy Gazi Süleyman Paşa Vakfiyesi (1300lerin ilk çeyreği) ve eserleri ile yine aynı dönemden Safranbolu Eski Hamam’ıyla Eflani’deki Fatih Sultan Mehmed dönemi camisi Küre-i Hadid’i camisi eski yapılardandır. Ancak evrak mantığı ile elimizdeki en eski belge Kanuni Sultan Süleyman döneminden 1530 tarihli bir tahrir defterinden çıkan vakıftır ki, bu evrak direkt günümüz Karabük merkezine ait gördüğümüz en eski belge olma özelliğini de göstermektedir. Belgede Dolaşa divanı olarak zikredilen Karabük, Şeyh Arif’in vakıf sınırları içinde yer almaktadır. Tabi 14. asırda Arap gezgin İbn-i Batuta’nın Safranbolu hakkındaki seyahat notlarını bu değerlendirmeye dahil etmedim. Bu sorunuza tarihin değişik dönemlerinin uzmanlarıyla birlikte cevap vermek daha doğru olacaktır.
Son olarak tekrar Karabükspor’a dönüyoruz. Karabükspor’un bu sezon geride bıraktığı dönemi düşündüğünüzde performansı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Karabükspor’un sezon başındaki Bolu kampından başlamak üzere, Ankara’da düzenlenen TSYD Kupasındaki 3-0’lık Adanaspor maçını ve ilk hafta deplasmandaki Galatasaray maçını birebir takip ettiğimde şunu gördüm. Karabükspor 2016-2017 sezonunda mücadeleyi bırakmayan ve ses getiren bir takım olarak sezona damga vuracak. Bunu başkanımız Feridun Tankut’a da ilettiğimde “daha iyi olacağız” yanıtını almıştım. 80 yıllık sportif tecrübesi olan emeğin somutlaştığı bir kentte takımımızın mücadeleci bir kimlikle anılması bizlere gurur veriyor.
İlk yarının sonuna yaklaşıyoruz. Yorgunluk belirtileri arttı. Ligin devre arası Karabükspor’a yarayacak diye düşünüyorum. Takımızda çok samimi bir ilişki var, inşallah bu başarısına daha fazla yansır. Unutmamak lazım ki Karabük büyük kulüplerin stadlarında her mücadele edişinde 100 binlik bir kentin adını, emeğini bir gurur bayrağı olarak dalgalandırıyor. Herkes Karabük ilk beşte ligi bitirin ister, ancak şu aşamada daha önemli olan Karabük’ün ligde kalıcı bir takım hüviyetini kazanmasıdır. Unutulmaması gerekir ki Kardemir (Karabük Demir-Çelik Fabrikaları) kurulduğu günden beri üretimde olan ve durması dahi düşünülmeyen bir tesistir, aynı hüviyetin spor kulübümüzde de olması gerekir.
KırmızıMavi olarak tekrardan teşekkür ediyoruz.
Çok teşekkür ederim, büyük bir onurdu…
ARALIK 2016 tarihinde www.kirmizimavi.org sayfasında yayımlanmış röportajdır.
http://www.kirmizimavi.org/2016/12/26/roportaj-mehmet-kutukcuoglu/