“ilginç bir yemek olacağı her halimizden belliydi. siparişlerimizi beklerken, ikisi kalkıp fotoğraf çekmeye başladı. güneş batıyordu yavaş yavaş, deniz çarşaf gibiydi. en güzel açıyı bulabilmek için birbirlerinin önüne geçip duruyorlardı. o halleriyle biraz komiktiler doğrusu. halbuki o an çekebilecekleri en muhteşem fotoğraf karesi karşımda oturuyordu. kimseye söylemedim bunu. o güzel fotoğrafı ben çekip, akıl albümüme kaydettim. çünkü o gözler o gün başka güzel bakıyordu, belki de ilk kez bana bakıyordu… insan bu bakışlarla pek âlâ birine ait olduğunu hissedebilirdi. galiba ben de öyle hissettim. gözlerinde ilk gördüğüm merhametti. o gün ilk kez onun da beni sevebileceğini aklıma düşürdüm yani aslında birini sevebileceğini. gözleri kalbine değmişti her nasılsa. mutluydu da galiba… içim alışkın olmadığım bir huzurla kaplıydı, dört kişilik bir kalabalıkta iki kişilik bir yalnızlık yaşıyordum. aslında gizli bir oyun oynuyordum. herkesi dinliyor, yalnız onu duyuyordum. her yere bakıyor ama yalnız onu görüyordum. sonra pilavına karabiber koydu. gerçekten de hayatımda en mutlu olduğum anlardan biriydi bu. çünkü ben de öyle seviyordum pilavı, yani biz yalnız pilav ve karabiberle mutlu olabilirdik. neyse ki niçin aptal aptal güldüğümü anlamadı kimse. karabiber ne mübarek bir şeydi, bilmiyorlardı.”