1196 yılındaki Safranbolu ile 1600’lerdeki Safranbolu aynı mıdır? Ya da 1800’lerde ahşap Türk evi mirasını bizlere bırakan şartlar, 1900’lerde Safranbolu’yu korumaya muhtaç bırakan ekonomik ve sosyal şartlardan bağımsız mıdır?
1937’de Karabük Demir Çelik Fabrikaları’nı Safranbolu’ya taşıyan koşullar tarihî Safranbolu’yu doğal bir korumaya almıştır. İş Bankası Yayınları’ndan çıkan nehir söyleşisinden öğrendiğimize göre Prof. Dr. İlber Ortaylı da, 1963’te Basın Yayın ve Turizm Bakanlığı’nın mütevazı Turizm Dairesi adına Bartın’dan Safranbolu’ya kamyon kasasında güç bela ve fahri olarak “turist enformasyon bürosunda ve yurtiçi turizm envanter anketlerinde” yer almıştır. Merkezî idarede korumacılığın başlangıcı sayılabilecek bu tip hamleler sonrasında, Safranbolu’da yerel korumacılık 1970’lerdeki belediye kararları ve akademik çalışmalarla taçlanmıştır.
Safranbolu’nun tarihi süreci içindeki her an, yeni bir Safranbolu ortaya çıkarmıştır. İsteyen, istediği Safranbolu’ya benim Safranbolum diyebilir. Kimileri el zanaatları gelişmiş bir Safranbolu hayali kurarken, kimileri de 1920’lere taşınan deri fabrikasının ayakta kalması gerektiğinin yakınmasında bulunabilir. Hatta kimileri de “Demir-çelik fabrikaları keşke Safranbolu’ya yapılmasaydı, ne güzel semer üretiyorduk,” diyebilir!
Halbuki Arnavut kaldırımlı sokaklarında kandil yanan Safranbolu da, Manifaturacılar Çarşısı’ndaki dükkanları led ışıklarla aydınlatan Safranbolu da zamanın ruhuna uygundur. Yeter ki tahribat kalıcı ve geri dönülmez olmasın. Belki yöresel yemek sofraları Safranbolu’ya özgü bir menü sunamıyorlar bize ancak kent siluetinde onarılmaz yaralar da bırakmıyorlar. Ekmeğini “Safranbolu”dan çıkaran esnafı hakir görmek bize düşmez. Vizyon ve kabiliyet sahibi büyüklerimiz bu şehre yerelden evrensele kanatlanan bir projeksiyon tutmayı hala başaramamışlarsa, kusur elbette onlarındır.
Üstüne üstlük “Bu Safranbolu makbuldür, şu Safranbolu nahoştur, efendim Safranbolu sadece şöyle olmalıdır…” sözleri sadece boş lakırdıdır. Sizin geçmişte yaşadığınız eski Safranbolu sokakları da ait oldukları çağın ihtiyaçlarıyla donatılmıştı. Zanneder misiniz ki 1950 model Buick marka otomobil, 1600’’lü yıllarda Köprülü Mehmed Paşa Camii’nin avlusuna park etmişti! Sizin 50’lerde yaşadığınız Safranbolu da evrilmiş, kısmen bozulmuştu. Yıl 2015 efendim! Asmaaltı’nda cimitsiz simit yiyip gazoz içen bir kuşağın ellerindeki akıllı telefonlarla Instagram’da , Facebook’ta paylaştıkları fotoğraflar bir dönemi yansıtır ve yine onların çocukluğunun güzel hatıralarını yüklendiği için her zaman hasretle anılacaktır. Safranbolu’yu ziyaret edenler 2015’teki şehrin bozulmaması için dua edecek.
Kentimiz büyüyor, gelişiyor… Safranbolu nüfusu 45 bine dayanmış ve modern bir kent bilinci, kültürü oluşturmaya her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Safranbolu’ya teneşirde yatan bir ölü muamelesini reva görmek hiç yakışmıyor. Safranbolu yaşayan, dinamik bir şehirdir ve bu çağın da tanığıdır aynı zamanda. Çünkü Safranbolu, tarihin bütün katmanlarını sırtlanmış ve zamanın ihtiyaçları gereği ayakta kalmaya çalışan bir kenttir. Unutmayın ki bizler Safranbolu’nun ne ilk sakinleriyiz ne de son olacağız; bizden sonra daha birçok kuşak gelip kendi Safranbolusunda yaşayacak vesselam…