SAFRANŞEHRİ'NDEN YAZIYORUM

70 YILLIK BİR EFLANİ YAZISI *

GEÇMİŞ ZAMAN, ŞİMDİKİ ZAMAN; UZUN BİR YOL HİKAYESİ

Karabük’ün ilk yayını “Karabük” dergisiyle son yayını “Lokum Life” arasında yetmiş bir yıl zaman geçti. Bu aralıkta yapılan onlarca yayına rağmen, Karabük kültür hayatına yapılması gereken katkıları hala saymakla bitiremiyoruz. İşte bu nedenle,  Lokum Life’a hayat veren tüm ekibe büyük başarılar diliyorum. Yapılan iş öyle kolay bir şey değil, harcanan emekse hafife alınacak cinsten hiç değil! Öyle ya, gazete arşivlerinin unutulmuş bir köşesinde tarihe not düşülmüş eski bir yazı veya haber nasıl ansızın yeniden hayat bulup hatırlanıyorsa; günümüzde yapılan yayın işleri de ileride bıraktıkları büyük izlerle hatırlanacaktır. Unutmayın ki kelimeler ölümsüzdür hatta düşmanları onları ne kadar boğmak isteseler de onlar bir ölüp bin dirilirler.

eflani uzun bir yol hikayesi

Geçmişte, gazete arşivlerinde ilk defa araştırma yaparken yaşadığım o şaşkınlığı size nasıl anlatayım? 80 yıl öncesinin gündem, reklam, politika, siyaset, haber ve kültür yazıları hala canlı gibiydi. Bazıları sempatik bir mahiyette kalmış, bazıları ise 70 yıl sonrasına yazılmış gibi güncelliğini korumaktaydı. Geçmiş dönemin aktüel ihtiyaçları da ülkenin kalkınmada aldığı somut ilerlemeyi net olarak gösteriyordu.

Hemşehrimiz Sadi Yaver Ataman Bey’in yayın ve kültür dünyamıza en büyük hediyelerinden birisi olan “Karabük” dergisi de işte yukarıdaki bu tanımlamaları yerel ölçekte taşır. Karabük’ün düşünce hayatına 1 Temmuz 1944’ten 1 Ocak 1946’ya kadar 12 sayıda katkı sunan dergi, kültürel ve siyasi tarihimizin yazımında zengin bir kaynak olma özelliği taşımaktadır.

Karabük’ün geçmişini anlatmaya başlarken “13 haneli Karabük” sloganı bir kenara koyup (ki arşivlerden öğrendiğimize göre hane sayısı 15) 1937 başında yaklaşık 100 nüfuslu Karabük’ün 10 yıl içinde 10 bin civarında bir nüfusa ulaşmasını ve İstanbul – Ankara kültür dünyası ile yarışan Zonguldak kültür ikliminin de bir parçası olarak, spor, edebiyat, tarih ve güzel sanatlar gibi alanlarda ortaya koyduğu eserleri n anlatılması gerektiğini düşünüyorum.

Baharı aştık yaza ulaştık. Artık mevsimlerden Eflani… Eflanili fırıncı ustalarına hammadde olan başaklar boy veriyor. Göğün mavisi güzel göletlerine renk oluyor. Eflani, kıvrımlı ve uzun ince yollarıyla geçen her yolcuya önemli bir durak görevi görüyor.

Bir tarihçi olarak, bana da Karabük dergisinin 1945 Şubat-Mart’ının birleşik 8 – 9. sayısından bir yazıyı paylaşmak düştü. Karabük’ün ilk dergisi “Karabük”ten son dergisi “Lokum Life”a uzanan bir yol hikayesi…

Köy Gezi Duyguları:

Efleni Yollarında

Sadi Yaver Ataman

Çok eski adına Paflagonya denilen ve adım adım savaş, kahramanlık ve kültür hatıraları taşıyan tarihi (Eflöngen-Eflenyen) Efleni ovasında (Safranbolu, Daday, Eflani, Ulus ve bir kısım Araç) aşağı yukarı 35 bine yakın Türk köylüsü var. Su katılmamış bir Türk görenek ve geleneği yaşatan Eflenililer, savaşçı, cesur ve gezginci bir ulus olan Paflagonyalılar huylarını koruyarak, eskiden katı yürekli, sert huylu, kavgacı ve ai kimseler olarak tanınmışlardı. Yaşadıkları muhit ve yaşattıkları tarih bakımlarından geçmişe ait yüklü ve geniş bir medeniyetine malik bulunan Eflenililerin böyle bir zihniyete yol açmış olmalarının kısaca sebebi, verimli topraklarında kimseye muhtaç olmadan, minnetsiz yaşamağa alışmış bulunmaları, eski çağların kötü idaresi ve rejimi, bir çok sosyal şartlar vesaire yüzünden medeni temaslardan ve kültür hareketlerinden tamamen uzak ve mahrum olmalarıydı. Eski cemiyetlerinde tam manasiyle bir derebeyi zihniyeti yaşatmış bulunan çoğu Türk köyleri gibi Efleni köyleri de Cumhuriyetin eline geçmeden evvel bu durumda idi… Efleni için başka bir yerde (Varlık dergisi) şöyle yazmıştım.

Efleni mili kültür ve sanat bakımından geçmişe ait bol kaynaklara sahip olduğu için Türk kültür kaynağının adeta merkezi sayılabilir. Bununla beraber yılların ve eski çağların tesiri ve ilgisizliği ile bugün hemen hemen kaybolmağa yüz tutmuş bu kültür ve Folklor hazineleri bu bereketli topraklarda gömülü kalmıştır.

———o———–

Yüzünü batıya çevirmiş akıp giden Kanlı Çayın, renk renk ışıklı, boyalı ve göz alıcı sularında tarihleşen efsaneler hayalimde bir (Akın) yarattılar. Kanlı Çayı bir müddet yalılayan ve doğuya uzanan (Kara Koyunlu) yollarında dolu dizgin savaşa giden Türk Çerilerinin naralarını sarp kayalar yakınlaştırdı, geliyorlar sandım. Daha eski tarihi şu yana – Çünkü bu satırlar bir tarih tetkiki değildir. İsfendiyar oğullarından beriye doğru, taa Kaz Dağlarında ve denizlerin ötesinde nihayet bulan Türk gücünün destanları ve hatıraları bu topraklarda derin izler taşımaktadır…

Otomobilimizin birden duruşu hayallerimi de silkti. Önümüzdeki virajda yolu kapamış sıra sıra arabalara korna çaldık. Otomobilden ürkerek sağa sola hamle yapan öküzleri erkek bileklerinde zaptetmeğe çalışan eğri fesli, dal yazmalı köylü kadınlar arabalarının başında dineldiler. Otomobilimiz onları birer birer geçti. Arkama baktım, tatlı gıcırtıları bir yanık köy türküsü çağıran ve devlet hakkını[1] şehre taşıyan yelpaze gerdanlı öküzler, dal yazmalı, eğri fesli kadınların erkek bileklerinde yeden köylü kadın Türk feragat ve tahammülünü temsil ediyorlar.

Bağları yeşil bir top gibi gören sırtı aşınca, köyleri birer yama gibi uzaklarda gördük. Köy yaklaştıkça mımıldayor, canlanıyor… Kırıklar çok güzel bir çamlığın kıyısında mat yeşil bir köy. Okulun yapısında kadın erkek çalışıyorlar. Yanımıza koşa koşa gelen Hasan Yılmaz adındaki köylü yeni yapılan öğretmen evini bize gezdirdi. Öğretmenleri olmadığını söyleyere kacındı. Bu köy 50 evli ve 375 vatandaşlıdır. Kırıkları geçince, bir kuyu başında çardak altında oturduk. Orada bulunan iki köylüden ihtiyarına parti reisi: Ekinler iyi mi, hayvan hırsızlığı var mı diye sordu. Köylü: Eskiye gıyasedilmaye efendi dedi. Tatlı dilli ihtiyar ve ondan aşağı kalmayan arkdaşı il bir hayli konuştuk. Safranbolu-Eflani arasındaki yol bozuk ve taşlıdır. Kışın bu yolda otomobil yürümez, Atla gidilir.

Otomobilimiz taşlı yollarda ilerledi, uzaktan Tokar tepesini gördük. Nahiye merkezi bu tepenin eteğinde, düz ovanın ortasındadır. Haritası kuzu kafasına benzer Parti durağının önünde indik…

Okul yapmada birinci gelen Tabaklar köyündeyiz. Bu köy nahiye merkezine yarım saat kadar çeker. Köyün kenarından sularında bir çeşit lezzetli balık bulunan bir dere geçiyor. Bu derede serpme ile bol balık tutuyorlar. Köyde yan yana üç okul binası yapılıyor. Üç köy birleşmiş okullarını buraya kuruyorlar. Bol kereste kokusu, toprak kokusuna karışmış, mis gibi kokuyor. Gözümüz, gönlümüz sevinç dolu gezdik. Köylüler çivi bulamadık, çimento kıt diye boş durmuyorlar. Ham demirden çivi, balçıktan çimento yapmışlar. Parti reisi köylülerle bir konuşma yaparak, onların göstermiş oldukları fedakarlığı, öğdü, onlara Büyük Şefimizin[2] yüksek direktiflerini yerine getirdikleri için duyduğu sevinci açıkladı…

Yalacuk köyündeyiz. 50 evlik bu köyde de okul yapılıyor. Kadın erkek çalışıyorlar. Bu inşaatlara yakından bakan Gezici başöğretmen Mehmet Çatbaş beni Balçık karan kadınların yanına götürdü. Onlara ne yapıyorsunuz diye sordum.

  • Mektep yapıyoruz efendi, dediler…

Çalışlar köyündeyiz. Cami avlusunda peykelere oturduk. Bu köyde (sahabe) denilen bir türbe var, 12 sandukalı. Yeşil sarıklı bayrakları, üstlerine renkleri solmuş peşkirler örtülü sandukalarda yatan 12 ölüyü köylüler iyilik ve hayır timsali sayıyorlar. Birinin üzerinde yazılı peşkir var dediler, aradık bulamadık.

Yatırların ayak ucunda Geyik boynuzları var. 90 yaşında Mehmet Yıldızlı,70 yaşında Hacı Mısır oğlu İbrahim Çetini 57 yaşında Ali Bilgici bu yatırlar hakkında konuşturdum. Hepsinden iyi ve tamamlayıb bilgi veren Hacı Mısır oğlu İbrahim Çetinden dinlediğimi aynen not ettim.

“Babalarımız gününden gonuşmalardan, anlaşılandan biliyon. Akzadeli birisi bu haradan gelmiş, sonra köylüyü cemetmiş orada zikretmişler. Zikrederken hepsi bu mu cizata uğrayarak, Akzadeli: Gayrı benim mevtim geldi, ben yarın öleceğim, iki hoca gelecek. İşte ilifim, sabunum, siz hiçbir şeye garışmazsınız, beni onlar yuyup gömerler. Yarınsi başucuma bir geyik gelecek, ayak ucumda dikilecek, onu gurban edin, etini fakırlara dağıtın. Demiş. Akzadeli şeyh ferdası günü ölmüş, iki hoca gelmiş. Peştamalı, suyu, sabunu, Pohçası ile beraber yıkamışlar, yumuşlar, yaturmuşlar. Birde zabahısı baksalarki, bir geyik, ayak ucunda geviş getirip duruyor. Hemen gurban etmişler, etini fukraya tasadduk eylemişler, boynuzlarını da ayak ucunda goyvermişler. Öteki sandukalarda yatanlara Şeyhle zikredenlerdenmiş. Onlarda Mucizata uğrayıp ölmüşler. Bu zatlardan biri değirmene hizmetkarınnan bir dağarcuk buğday göndermiş, çocuğa: Sen sakına ağzını açıp bakma, doldur çuvalı demiş. Bu Dağarcuk beş altı çuval un doldurmuş. Çocuk bu ne tükenmez buğday demiş, ağzını açıp bakacak olmuş. Bu hal bazarda o zata malum olmuş, oradan nice seğirdüse değirmenin yanına varasıya çocuk dağarcuğun ağzını açmış bulunmuş. Birde ne baksın bir yılan bağıl bağıl buğday kusuyor. O zat değirmenin gapısından girer girmez harrr diye yılan gaybolmuş. O zat da: Ey köylüler, benim mucizatım belli oldu. Gayri mevtim yakındır. Ben bu akşam öleceğim, hakkınızı helal edin demiş… (Hacı Mısır oğlu İbrahim Çetin bilgiç bir tavırla kafasını sallayarak devametti). Bu köye hiç Davul girmezdi bey. Bir düğünde sokacak odlularda, Davulcunun şöyle eli arkasına dönüverdi, bir yıl küt yattı herif. Bu türbenin yanı başında ki şu cami yok mu, yangunda her tarafı alev ataş bürüdüğü halde Türbenin bir tahtası bilem yanmadı, hep gözümüzle gördük bunu”

Çalışlar köyünde köy Enstitüsünü gelecek yıl bitirip köyüne dönecek olan öğrenci Mustafa Sungurla görüştük. Güzel ve serbest bir dille konuşan bu zeki köy çocuğu bir çok vilayetlerimizi ekip halinde geziklerini ve tetkiklerde bulunduklarını anlattı. Köyün ihtiyaçlarını bir bir saydı. Enstitüde öğrendiklerini ve köyünde neler öğreteceğini bize bildirdi…

Nahiye merkezine döndük… Mor sümbüllü mavi dağların ardında gün kana boyanırken, bu kızıl pembelik içinde Safranbolu yolundayız…

Bu köy gezisinde Kahvesinin önünde oturup dinlediğimiz Yazıköylü Aşık Pekmez Mehmetten dinlediğim deyişlerden birini yazıyorum.

Vilayetim Zonguldak Kazam Safranboludur

Meryem gibi derunum aşk oduyle doludur

Buralarda bulunmam rahı aşkın zorudur

Adım sorarlarsa Aşık Pekmez desinler

Yetimlikten büyümüş yörmemiş peder

Hiç gönülden kalkmaz gamile keder

Bir ufak çocuk çağırsa ardından gider

Pek kolay yulara gelir bu aşık pekmez

Sinnin kemali bulmuş ey pekmez zevalin yakın

Her vardığın mecliste adabın takın

Kanundan hariç işe yanaşma sakın

Postunu yüzerler sonra ey aşık pekmez.

[1] 1944’ten 1946’ya kadar köylü ve üreticiden alınan “Toprak Mahsulleri Vergisi” toplumda büyük bir infial yaratmıştır. Hala hatırlanan ve büyük tepkiler alan bu verginin miktarı ise daha köylünün ürünü tarladayken, görevli memurlar tarafından tarlanın başında yapılan tahminlerle belirlenmiştir. Tüm Türkiye’de olduğu gibi Karabük ve Eflani’de de Toprak Mahsulleri Vergisi, halkın deyimi ile “Devlet hakkı” ürünleri bizzat köylü tarafından şehre (Safranbolu’ya) taşınıyordu. Ayrıntılı Bilgi İçin Bkz: Kütükçüoğlu Mehmet, Türkiye’nin İlk Ağır Sanayi Kenti Karabük, Karabük Valiliği Yayınları, 2012.

[2] O yıllarda Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye resmi olarak “Milli Şef” unvanı verilmiş ve hitapta da Büyük Şef kullanılmıştır.

*Lokum Lİfe Temmuz 2015

Yorum yapmak ister misiniz ?

4.493 defa okundu